Aladağla 2006-2

Aladağlar Faaliyet Raporu

28.06.2006 Çarşamba:

İlk bütünleme sınavıma girmek için evden çıkmak üzereyim. Oral, Göktuğ ve Ümit yarın (Perşembe) Aladağlara gidecekler. Oral ben evden çıkarken hocalarla konuşup diğer sınavlardan bütünlemeye kalıp kalmadığımı öğrenmemi istiyor. Ama ben eminim kaldım. Sormadan gelirsem de evde dayak yiyeceğim kesin. El mahkûm sora caz. Sınavdan 2 saat önce okuldayım ve başlıyorum hocaların peşinde koşmaya. Allem edip, güllem edip birazda hocalara yaltaklanarak sınavlarımın hepsini hallediyorum. Bugün son sınavım. Hemen Oral’ı arayıp söylüyorum. Ama bir sorun var. Teyzemde bana özenip Kaçkarlara gitti ve bütün malzemelerim onda. İşte o sırada umut ışığım “Osman” doğuyor. Ondan eksik malzemeleri alıyorum ve yarın yolculuk var.

 

29.06.2006 Perşembe:

Sabah kalktım ve heyecanlıyım. Nede olsa gidiyorum. Okulda Göktuğ’la buluşup malzeme dağıtımı yaptıktan sonra Osman malzemeleriyle kapıda görünüyor. Göktuğ Niğde’ye bilet bulamamış ve Aksaray üzerinden aktarmalı yolculuk yapa caz. Eve dönüp hazırlıkları tamamladık ve gece 23 arabasına yetiştik Oral’la ve otobüsteyiz. Geride benim için çok önemli bişey bırakıyorum, ama dağa gidiyorum ve bu fırsat bir daha zor karşıma çıkar. Diğeri zaten ben olmuş artık. Bekler.

 

30.06.2006 Cuma:

Aktarmalar sonunda Niğde’ye vardık. Saat 11:20. Çamardı’na kalkan minibüs 12:30’daymış. Doğru alışverişe. Minibüsle Çukurbağ köyüne geldiğimizde saat 14:20’ydi. Amacımız Sarımehmet Yurdu’na gitmek. Tek sorun acaba orası nerde ve nasıl bir yer acaba. Elimizde sadece harita. Başladık yürümeye bir yol bulduk ve bu yolun kamp alanına (Sarımehmet Yurdu) gittiğini biliyoruz. En azından tahmin ediyoruz. Ama yol çok kıvrımlı. Tepeleri aşmak için bir sağa bir sola dönüyor. Böle olmaz. Bir fikir var. Elektrik direklerini sabit alıp ortadan yardıralım gitsin. Hemen yolda ayrılıp dümdüz yürüyoruz. Tepelere inip çıkıp duruyoruz. En sonunda ileride çok küçük bir yerleşim yeri görüyoruz ve oraya doğru topukluyoruz. Oraya vardığımızda evin kapısını çalıyoruz ve bir yaşlı amca kapıyı açıyor. Meğer geldiğimiz yer Emli yaylasıymış. Yolda çıkarsak olacağı bu olur işte. Amca bize yolu gösteriyor ve mataraları dolduruyor. Bizde amcaya bir sağ ol çakıp yola devam. Sonunda kamptayız. Saat 17:10. direk yemek yiyip yatıyoruz yarın uzun olacak.

 

01.07.2006 Cumartesi:

Bugün kendimizi aşa caz belli. Sabah 05:152de Ümit beni ve Oral’ı uyandırıyor. Hemen kalkıp kahvaltı, eşyaların toplanması ve esneme gerdirme; saat 06:40 yoldayız. “NOT: asal sıcak su ile kornfileks (yazılışı bilmediğimden okuduğum gibi yazdım) yapmayın.” Önce traktör yolundan doğru Emli Vadisi’ne giriyoruz. Her yer sis ve gökyüzü tamamen kapalı. Çevremizdeki dağları bile göremiyoruz. Gideceğimiz yer Akşampınarı ama orayı da bilmiyoruz ki. Elimizde Tunç fındık’ın haritası ve “Aladağlarda 50 Rota” adlı kitabı var sadece. Bir süre sonra traktör yolu bitip patika başlıyor. İlk gördüğümüz vadiye benzeyen yeri Aksampınarı’nın olduğu vadi sanıyoruz. Ama o olmadığını anlayıp yola devam. Orman bittikten sonra ileride sağda kocaman bir şekilde vadinin girişini görüyoruz. Vadinin girişinde mağara var, aynı haritadaki gibi. Vadinin girişinde bide koyun sürüsü ile karşılaşıyoruz. Çoban köpeklerinin saldırısından son anda çoban sayesinde kurtulup Aksampınarı’na varıyoruz. Akşampınarı Direktaş Vadisi’nin girişinde ve tam Parmakkaya’nın altında, su bulunan bir kamp alanı (2100m). Çantaları sırtımızdan indirdiğimizde saat 08:50’idi. Manzara harika ama hava kapalı ve sis yavaş yavaş artıyor. Çobanın yanına eli yüzü düzgün 2 kişiyi gönderip (Oral ve Göktuğ tabiî ki) ondan biraz bilgi alıyoruz. Amacımız Avcıbeli geçidine kadar gidip oradan traversle Kaldı’ya kadar zirveleri yapmak. Çoban mantıklı bir şekilde siste yola çıkmamamızı söyleyip biraz beklememizi öneriyor. Bizde ne akılsa tabiî ki onu dinlemiyoruz. Çünkü vadi patika ile yola devam ediyor ve patika biterse geri döneriz dedik. Saat 09:55’de yola çıktık. Malzemelerin çoğunu kampta bıraktık sadece yemek ve su aldık yanımıza. Sis baya ilerledi ve 10m’yi bile göremez duruma geldik. Haritaya ve çobana göre Avcıbeli Geçidi’ne kadar patika devam ediyordu ve geçitten önce büyük bir buzul vardı. İlk gördüğümüz kar öbeğini buzul sanıp yakında geçitte olacağımızı düşündük. Yola devam ettik. Sis çok fazla olduğundan her adımda baba yapıyorduk patikaya. Bir süre sonra mola verip durum değerlendirmesi yapalım dedik. Ben biraz karamsardım; epey bir süredir yürüyorduk ve 2-3 tane daha kar birikintisi görüp hepsini buzul sanmıştık ama geçit falan yoktu ortalıkta. Tek yaptığımız yürümek yükselmek ve tekrar yürümekti, üstüne üstelik sis yüzünden göz gözüde görmüyordu. Ama Göktuğ’un inancı ve gazıyla yola biraz daha devam etme kararı aldık. Patika devam ediyordu bizde arkasından devam ediyorduk. En sonunda yol dikleşmeye başlamıştı önümüzde 3 derecelik 15m kadar bir yer cıktı. Tamamen çürük taşlar ve çamurdan oluşuyordu. Göktuğ ile orayı çıktık ve en sonunda sırttaydık. Arkadan Oral ve Ümit’te geldi, baya sevindik. Bir geçidin neye benzediğini biraz olsun anlamıştık artık. Çantaları orda bırakıp yüksüz bir şekilde sağımızdaki yolu seçip sırtta ilerlemeye başladık. Solumuzdaki yolu seçseydik Avcıbeli, Yoncalıtaş, Kaldıbaş zirvelerini yapıp Kaldı zirvesine varacaktık; ama biz Alaca (Lorut)’yı seçtik. Sis biraz dinmişti ve bizde sırttan yola devam ediyorduk. Sonra bir ara sis tamamen kalktı yolu gördük. İşte işlerin biraz daha ciddi olduğunu anladığımız andı. Yol zirveye doğru uzanıyordu bir çarşakla. Çarşağın sağında kaya blokları vardı. En sonunda da zirve sırtı başlıyordu. Bizde çarşak ve kaya bloklarının arasından devam edip zirve sırtına kadar ilerlerdik. Sağımız uçurumdu. Bir ara sis çıkınca alacanın kuzey yüzünü gördündü. Bu eşsiz bir manzaraydı. Tüylerim diken diken olmuştu. Zirve sırta vardığımızda, yorulmuştuk ve her yeri sis kaplamıştı. Ama bu saten sonra geri dönülmez diye sisin içinde kayaları aşıp sırttan ilerledik. Göktuğ ve Ümit gazı almış ilerliyordu. Biz Oral’la biraz beklemeyi tercih ettik. Göktuğ ve Ümit ilerleyip zirveye vardıklarında bize sesleneceklerdi ve bizde onların ardından gelecektik. Çünkü her yerde sisliydi soğuktu ve deli gibi rüzgarlıydı. Onların yanına vardığımızda saat 14:34tü ve 3588m de zirvedeydik. Her yer sis göz gözü görmüyor ama biz zirvedeyiz. İsimlerimizin ve tarihin bulunduğu kâğıdı taşların arasına sıkıştırdık. Biraz oturduk ve kayaların üzerine uzandık. Açtık susamıştık ve yorgunduk ve üstüne üstlük üşüyorduk. Nerdeyse uyumak üzereyken her şey dank etti. Ve “kalk iniyoruz” dedim kendi kendime. İnişe geçerken hava tamamen bozdu ve rüzgâr arttı, sis arttı, soğuk arttı ayrıca kırağı yağmaya başladı. Zirve sırtı bittiğinde çarşak ve kaya bloklarının olduğu yerdeydik. Kaya bloklarından aşağıya indik ve kaya bloklarının orda kaybolduk. Bir kaya bloğundan inip diğerine geçiyorduk. Ve bu böyle devam ediyordu. Ben çarşaktan baya iyi yürüdüğümden önden gidip yol arıyordum. Sonunda bir yerde durdu. Ben bir kademem daha aşağı indim ve her şey aynı devam ediyordu. Birbirimiz göremiyorduk ve sadece bağırarak iletişim kuruyorduk. Ben bir kademe aşağıda beklerken Göktuğ’da sağa bakmaya gitmiş. Ama ben çarşağın ve kaya bloklarının birleştiği yerin solda olduğuna emindim. Ama yinede sustum. Göktuğ gitti. Ben aşağıda Göktuğ ve Ümit bir üst kademede soğuktan taş kesmiştik ve artık ellerim uyuşmuştu. Bağırarak Göktuğ’u geri çağırdık ve onları yanıma çağırdım. Onlar gelirken de ben sola giderek yola bakmaya kara verdim. İşte ordaydı çıktığımız yol kayaların çarşakla buluştuğu yer tam tahmin ettiğim yerdeydi. Ve herkesi yanıma çağırdım. En öne geçerek onları geçide kadar indirdim. İşte çantalar, kurtulduk! Saat 16:00 gibi suyumuzu içip bir şeyler atıştırdık. Ve hemen geçitten geçip patikayı izleyerek saat 17:40da kampa döndük. Dönerken sis açıldı ve gerçek buzulu gördük ve bizim buzul zannettiğimiz kar bloklarını da… Buzul kar bloklarının nerdeyse 100 katı büyüklüğündeydi. Kendimize çok güldük. İlk çomarlığımızın cezasını nerdeyse çekecektik. Hakka ten Doğan Hoca’nın dediği gibi “sefiller ordusu” gibi davrandı. Ama o siste Göktuğ’un gazı ve isteği olmasaydı zirveyi yapamazdık. Tabiî ki benimde dönüş yolunda biraz katkım oldu. Akşam kampta görülmeye değerdik ve hatalarımıza resmen kıçımızla güldük. Ama arazide harita okumayı nerdeyse tamamen öğrenmiştik. Ve bir daha böyle bir hata yapmadık umarım yapmayız da…

 

02.07.06 Pazar:

Bu günkü plan sadece kampı güzeller kuzey çanağının oraya 3100 metreye taşımak olduğundan rahattık ama dönüşün verdiği bir yorgunluk vardı tabi. Geç kalktık ve biraz dinlenip manzaranın keyfini çıkardık. Saat 12:25’te yola çobana güle güle diyip yola düştük çok rahat bir şekilde yavaş yavaş ve dinlene dinlene, haritayı adam akıllı okuyup hata yapmadan 16:25’de güzelle kuzey çanağına vardık. Burası zaten vadinin bittiği yerdi. Buradaki küçük Cebel Doğu geçişini geçip Kokarat vadisinden doğru yedi göller platosuna varmayı düşünüyorduk. Ama ben yorgundum ve bir gün tamamen dinlemem gerekiyordu. Çünkü hayvana dönmüştük, bir günde 1700m’den 3588m’e çıkıp. Diğer günde kampı 2100’den 3100’e taşımıştık. Hiç ara vermeden. Oraya geldiğimizde sağımdan güzeller zirvesi (3441m) solumuzda küçük cebel 2 zirvesi (3200m) karşımızda şeytan rampası ve arkamızda Sıyırma ve Emli vadisi sonuna kadar gözüküyordu. Böyle bir şey olamaz! ” Dağları çok seviyorum ve burada bir şeyler yapmak istiyorum.” Ama önce dinlemem gerek şeytan rampasının sağından kar kulvarıyla kaplı güzeller doğu geçidi vardı. Solundan da bizim girmeyi planladığımız, Küçük Cebel Doğu geçidi önce çarşak daha sonra biraz kaya ile karışık çarşak dikleşerek devam ediyordu 200m kadar vardır. Kamp yüküyle oraya çıkmayacağımızı veya deneyeceksek bir şeyleri göze almamız gerektiğini anladık. Akşam değerlendirme yapıp geri dönmeye karar verdik. Ve kulüp faaliyeti başlamadan cımbardan girip dipsize vararak B. Demirkazık yapmamız için 5 günümüz vardı.

 

03.07.06 Pazartesi:

Sabah kalktık ve saat 10.15’de yola koyulduk hepimiz yorgunluktan bitik durumdaydık. En az Sarımehmet’e kadar inmeyi planlıyorduk. Sarımehmedin Yurdu’na vardığımızda saat 13.50 idi. 3 saat 35 dakikada 3100m den 1700m ye indik. Tabiî ki basınç bizi mah af etti. Ben orda kalmayı planlarken Göktuğ ve Ümit Demirkazık köyüne kadar gidelim dedi. İkisine de sövüp çantayı sırtladım ve başladık yürümeye. Demirkazık köyü yol ayrımına geldiğimizde saat 18.20 idi. Adım atacak gücüm yoktu. Yol ayrımında Hacettepe’den Orhan ağabeyle karşılaştık ve onun sayesinde traktörle dağ evine geldik. Orhan Ağabey bizi dağ evine aldı. Adım atacak halim kalmamıştı. Yarın dinlenmeliydim.

 

04.07.06 Salı:

Sabah kalktım ve Göktuğ’a bir baktım İstanbul Üniversitesi’nin grubunun peşine takılmış gidiyor dipsize, Satmış bizi (Ben olsam büyük ihtimal bende satardım) ama satmış işte. Gavat. “Başkana Gavat dediğim için kovulur muyum ki??” Neyse yarın dönecekmiş Demirkazık zirvesi yapıp. Oral, ben, Ümit bütün günü dağ evinde dinlenerek geçirdik.

 

05.07.2006 Çarşamba:

Sabah kalktık ve evvelsi gün Orhan abiye söz verdiğimiz gibi inşaatta yardım etmeye gittik. Bütün gün taş taşımaktan anamız ağladı. Akşam Göktuğ’dan ümidi kesmiştik ama hava kararmadan hemen önce geliverdi. Bütün gün yağmurda yürümüş zavallıcım. Akşam Demirkazık muhabbetti yaptık. Ellerine kollarına ve tabiî ki bedenine sağlık temiz çıkış yapmış bizimki.

 

6.07.2006 Perşembe:

Hikâyenin devamı ve sonu her zaman olduğu gibi eve dönüş yolculuğu ile devam ediyor. Oral’la döndük işte.

 

 

Ş.CANER DİLER


Bu sayfa Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü tarafından en son 23.05.2018 14:31:24 tarihinde güncellenmiştir.

HIZLI ERİŞİM